18 Aralık 2014 Perşembe

Einstein'dan daha çok Willy Wonka vari... Le Whaf



 
Dünyanın bu kadar hızlı geliştiği, insanların daha uzun yaşayıp hızla çoğaldığı bilinçsizce tüketimin arttığı bir dönemde, iki kuşak sonrasına balık bile yiyemeyecekleri bir dünya armağan etmeye hazırlanırken, belki de tüketimin de dibine vurmuşken, bir tarafta insanlar sürdürebilirlik diye yana yakıla, duyarsız ve farkındalıksız diğer tarafı uyarmaya çalışırken, ve hatta bende bu tüketimin en yoğun yapıldığı sektörün bir köşesinde tutunmaya çalışırken, MSA sayesinde bir demo da Marc Bretillot ile tanışma şansı buldum.
 
'Yemek yemek' 
 
Hepimiz aslında yemek yiyerek hayatta kalıyoruz. Bir de benim gibi yemek yemek için yaşayanlar var aslında.
 
Marc' da öyle diyor: İki nedenle yemek yeriz, bir hayatımızı devam ettirebilmek için, iki zevk almak için. İster istemez bu sektörün içinde daha iyi nasıl tabak yaparım ve insanlara daha iyi nasıl bir deneyim yaşatırımı düşünürken bu bencillik ve biraz da suçluluk duygusu, ortadan ikiye bölüyor beni.
 
Aslında dünyamız ekolojik olarak hepimizi besleyebilecek bir potansiyeldeyken, bizim açgözlülüğümüzü doyuramıyor. Ve sadece bir günde 2 milyon ekmek çöpe atılıyor, buğday hızla bir lüks olma yolunda ilerliyorken, yarım ayva bir gün için insana yeterli gelebilecekken, yemek yemek sadece bir zorunluluk mu olmalı yaşamımızı sürdürebilmek için, yoksa duyarsızca tüketmeye devam etmeli mi?
 
Bu karmaşık duygular içerisinde ikisinin ortası ılımlı(!) bir çözüm bulunamaz mı diye kendimi sorgularken Marc beni harika ötesi bir tasarımla tanıştırıyor.
 
 
 
İsmi “Le Whaf”
 
Dışarıdan baktığınızda biraz sci-fi gözüküyor, kim bilir belki biraz da “Breaking Bad” dizisinden fırlamış bir meth lab’ı. Whaf (fiyatı 167 $) hidrodinamik kavitasyon tekniği ile kokteyllerinizi bir buluta dönüştürüyor. Lezzet bir anda bir sisin içerisine geçiyor.
 
 
Çeviriyi yaparken buharlaşma diyorum ve Marc hemen “hayır kesinlikle buhar değil, bulut” “Nuage” diyor. Buluttan, “Whaf”ın içerisine koyduğunuz likitin tadını tamamen alıyorsunuz. Fakat hiçbir kalori yok. Düşünün sadece 10 dk whaflamak 200 kalori (:  Eğer içerisine koyduğunuz likit alkol ise sadece tadını ve aromasını alıyorsunuz ama alkolün hiçbir etkisini yaşamıyorsunuz.
 
Bilim adamı David Edwards tarafından tasarlanmış ve mutfağa girmesi ise Marc Bretillot tarafından sağlanmış. Verilen ultrasonik dalgalar ile piezoelektrik kristaller oluşuyor. Aslında bu teknoloji daha çok ilaç sanayi ve akciğer ilaçları için geliştirilmiş. Mutfağa uyarlama fikri ise daha ilginç bir deneyim imkanı sunmuş bize. Bu buluş Einstein varilikten daha çok Willy Wonka vari olmuş.
 
 
Düşünün ki bir balık akvaryumu, biraz karafımsı bir alet. İçinde bir sis bulutu, elinize ucu kapalı bir pipet veriyorlar ve sadece kenarlarında delik olan bu pipetten bulutu içinize çekiyorsunuz. Önce damağınızda bir kuruluk sonrasında bir bakıyorsunuz, fümemsi bir tadı olan Tourbé viskisi, bütün aromalarını hissediyorsunuz ama içmiyorsunuz. Pipetin ucunun tıkalı olmasının bir deneni var tabi ki, bu sayede çektiğiniz bulut direkt boğazınıza gitmiyor, bütün damağınızda dolanıp yayılabiliyor. Bu sayede aromaları daha iyi keşfetmemizi sağlıyor.
 
Dünya’nın en iyi baristalarından bir tanesi “Whaf”ı denediğinde daha önce içtiği kahvedeki alamadığı aromaları da bu bulutun içinde alabildiğini söylüyor.
 
En önemlisi bu açgözlü gezegeni nasıl besleyeceğiz sorusuna ise belki küçük bir tiyo ile Marc diyor ki “Whaf’ın içine koyduğumuz 500 ml viskiden 2000 kadeh çıkartabiliriz hem de daha önce yakalayamadığımız tüm aromaları ile”. Belki biraz bencil biraz duyarlı yemek yemeye ve yapmaya devam edebiliriz. Evet evet bir ışık var galiba …
 
 
 
 

 





17 Haziran 2014 Salı

Okulun Mutfağı

Taaaa ne zaman yazmışım da yayınlamamışım taslaklarda sıkışmış ((: Buyrun...



Maslağın kaotik grisinin içine pastel renkler getiren restoran: Okulun Mutfağı

Kocaman dev plazaların arasında iki katlı binasıyla Mutfak Sanatları Akademisi'nin yanında bulunan, içerideki kahverengi tonlarıyla sizi bütün o trafik ve iş yoğunluğu kaosundan alıp uzaklara götüren bir yer burası. Ayrıca çok samimi, samimi diyorum çünkü burada, başlarındaki chefler yani öğretmenleri dışında, size yemek yapan, şarabınızı dolduran ve sipariş alan herkes MSA'nın birer öğrencisi, yani geleceğin chef adayları. Siz bütün o stresi geride bırakarak yemeğinizin keyfini çıkartırken onlar dersteler... 



Kapıdan içeri girdiğinizde sizi chef önlükleri ile karşılıyorlar. Kimisi açık mutfakta siparişleri pişirirken, kimi siparişinizi alıyor, kimisi de gelip yemekler hakkında sizi bilgilendiriyor.
Masadaki kağıt amerikan servislerde küçük bir not ilişiyor gözünüze: 'Şu anda derstesiniz!'

Siz, büyük kararlar alarak, hayatlarını değiştirmeye gelmiş, aşçılığı kendisine meslek olarak seçmiş Mutfak Sanatları Akademisi öğrencilerinin bir dersindesiniz o anda.

Beni etkileyen kısmı ise işin özündeki fikir; (chef adayları için herhangi bir restoran veya otel staji da elbette önemli bir tecrübe ama) okulun mutfağında kalan öğrenciler sadece mutfağı değil, servis ve misafir ilişkilerini yani salonu da tanıyıp, kendilerini geliştirebiliyorlar, ki bu onları daha iyi birer chef yapacak gi
bi gözüküyor.
Menü çok dinamik, sezona göre menü değişiklikleri yapıyorlar. Bu hafta kış menülerini servis etmeye başlamışlar. Bizde dayanamadık tabikii ve hemen bu yetenekli aşçıların yeni yorumlarını görmeye gittik.


 Başlangıç olarak Cibes salata ve   Palamut tartar söyledik.

Cibes salata, Egeye özel bir ot olan cibes otundan yapılıyor. Salatanın içinde islenmiş kırmızı çeri domatesleri var ki bunlar beni benden aldı. Edremitten gelmiş tuzsuz sele zeytini, közlenmiş kırmızı biber ve karamelize baharatlı cevizle beraber hem doyurucu hemde gayet sağlıklı bir salata olmuş.


Ekim ayının gelmesiyle sezonunun en lezzetli dönemine girmiş olan palamuta da tartar olarak rastladık burada, Şubat ayına kadar lezzetini koruyan palamuta da bu yakışırdı zaten. Marinasyonunda; zencefil püresi, kafir-lime şurubu, soya sosu ve şampanya sirkesi var. Eğer sizde benim gibi tartar sevenlerdenseniz denemenizi öneririm.




Gelelim anayemeklere;






Mantı'ya dayanmadığımdan açılışı onunla yapalım istedim. Mantının sunumu çok hoşuma gitti. Tabağın yarısında acı domates sos, diğer yarısında sarımsaklı yoğurt üzerinde kuru mantılar vardı. Yeşil olan büyük mantı hamuru pazılıydı, bir tanesinin içi patlıcanlıydı. En üstte ise paprikalı tereyağ ve sarımsak cipsleri vardı. Bu sunum ve yorumla benim favorim oldu.



 Diğer iki anayemek tercihimiz Dana Kaburgalı Erişte ve Dana Yanaklı Karnıyarık oldu. Danakaburga 3-4 saat piştikten sonra Bolu eriştesiyle beraber kemik suyunda isli domateslerle ve fasülye turşusuyla servis ediliyor. Soğuk Ayazağa-Maslak günlerine tam uyacak gibi gözüküyor. Diğer taraftan karnıyarık yanındaki isli ve tuzlu yoğurttan yapılma cacık ile beraber servis ediliyor. Karnıyarığın içinde kullandıkları et dana yanağından, dana yanağı çok çalışan bir kas olduğundan uzun süreler pişmesi gereken bir et ve zaten yumuşacık çok güzel pişmiş bir şekilde servis ediliyor. Ayrıca bildiğimizin aksine patlıcan kızartma değil, buharda pişiyor!!







Bu kadar yemeğin ardından battı balık yan gider mantığıyla tatlılarımızı da söylüyoruz: Frigo ve Passionfruit puding

Frigo, yoğun bir çikolata bar, üzerinde karamelize popcorn parçaları ve kaymak var. Yanında karamel sosları, karamelize popcorn ve muz ile servis ediliyor. Kızlar, oldu da o gün çikolatalı bir tatlı çekiyorsa kesinlikle deneyin derim.
Passionfruit puding ise, en altında haşhaşlı mousse üzerinde beyaz çikolatalı pandispanyası, passionfruit namı diyar çarkıfelek curd ve üzerinde kakaolu crumble ile servis ediliyor. Yoğun istek üzerine menüye tekrardan sokmak zorunda kalmışlar bu tatlıyı.
Yediğimiz herşey çok lezzetliydi, ortam çok sıcak ve keyifliydi, sohbet ederken kocaman iki saat nasıl geçmiş anlayamadık bile. Maslağın kaotik grisinin içine pastel renkler getiren bu restorana uğramadan geçmeyin derim.
Dipnot: Restoranın maalesef akşam servisi yok. Pazartesiden Cumaya sabah kahvaltısı ve öğle yemeği servisi veriyorlar.

Meydan sokak, Beybi Giz Plaza, B blok, Maslak - İstanbul

30 Ekim 2013 Çarşamba

Un Pâtissier à Barcelone - Chef Yann Duytsche

Msa'nın bana sağladığı en güzel şeylerden bir tanesiydi Chef Yann Duytsche ve Çırağan'ın Executive Pastry Chef'i olan William McCarrick ile beraber çalışabilmek. 



Demo için geldiği gün kendisini asiste etmek gibi bir şansım oldu. Chef'in Barselona yakınlarında 'Dolç par Yann Duytsche' adında bir pastanesi ve çikolatacısı var. İstanbul'a ise Çırağan Kempinski'nin konuğu olarak geldi ve Msa'da da efsane bir demo yaptı.






İşte o demo'dan:

Patlıcanlı Tart Tatin : Chef'in Confision Streuzel Cacao'su:

Normal tart tatin hazırlanırken malzemeler bellidir, elma, karamel, bir tür hamur bu milföy olabilir. Fakat Yann Chef, bildiğimiz tatları farklı yorumlarla, onlara yakışabilecek farklı tatlarla yorumlamaktan hoşlandığını söylüyor. Bu nedenle Elmalı Tart Tatin'i Patlıcan ile yorumluyor ve bir confision, confusion yani karışıklık yaratıyor. Amaç; misafiri de şaşırtmak...

Peki önce naapıyoruz? 

Patlıcanları fırında ise 200 C'de ya da ızgarada közlüyoruz ve soyuyoruz. 
Diğer bir taraftan tartımızın altında kullanacağımız bir tart hamuru hazırlıyoruz,

100 g tereyağ
100 g şeker
50 g un
30 g kakao
100 g toz badem ile hamur hazırlıyoruz ve buzdolabına hatta -18C'ye kaldırıyoruz.

Diğer taraftan ocakta 
70 g şeker ile kuru bir karamel yapıyoruz. Kuru karamelden bahsetmek istediğim şey içerisinde su yok. Şeker ısı ile 150 C'nin üzerine cıktıgında karamel olmaya başlıyor. İçerisine
1 adet vanilya çubuğu
10 g tereyağ ekliyoruz ve silpat üzerine alıyoruz. Karamelimiz burada hızlıca soğuyor ve parçalara ayırabiliyoruz.

Bu arada küp doğradığımız elmalarımızı karamel yaptığımız sos pan'in içerisinde şöyle bir çeviriyoruz. (Bu arada kullandığımız elmaların kırmızı ya da golden olmasına dikkat edelim.)


Kalıplarımızın en alt kısmına kırdığımız karamel parcalarını, üzerine bir kaşık küp doğradığımız elmadan, bir kaşık közlenmiş patlıcandan, içerisine biraz limon rendesi, biraz ezilmiş kakule, biraz da deniz tuzu ekliyoruz ve bir kaşık daha elma koyuyoruz. En üzerine buzdolabına soğusun diye koyduğumuz kakaolu tart hamurunu rendeliyoruz.

180C'lik fırında yaklaşık 40 dakika pişiriyoruz. Unutmayın pastacılıkta edinebileceğiniz en kötü huy zaman tutmaktır. Bir ürünün pişme süresi, fırın performansına, ürün kalitesine, yaptığınız ürünün hacmine göre farklılıklar gösterir o nedenle öğrenilmesi gereken ilk adım, verilen zaman her zaman bizi doğru sonuca ulaştırmaz. Bu nedenle tart hamurumuz ve elmalarımız pişene kadar fırında tutuyoruz diyelim.

Fırından çıkarttığımızda kalıptali tatinimizi ters cevirerek servis ediyoruz.

Sevgili Chef Yann Duytsche'ye saygılarımla (:

http://www.youtube.com/watch?v=vjtODDEBXFI

16 Ekim 2013 Çarşamba

Hangi meyve-sebze Hangi mevsimde sorunsalı...

Bir işsizlik dönemi çalışmamdı sanırım. Genel olarak listelemeye karşı bir ilgim var galiba. Herşeye daha organize bakmamı sağlıyor sanırım. Öylece bilgisayarımda durmasındansa insanlarla paylaşayım, paylaştıkça çoğalalım dedim. Tek isteğim kullanacaksanız bile öncesinde sormanız... Buyrun meyve sebze portalım...

Üstüne tıklamak gerekebilir...




5 Ekim 2013 Cumartesi

Takvim: Ekim ayı balık güzeli...

Ekim ayına girmiş bulunmakla birlikte, balık merakımın iyice artmış olması nasıl bir ilişkidir bilmiyorum... Ama büyük ihtimalle haftanın 3-4 günü Kadıköy balık çarşısının içinden geçmemin büyük etkisi olabilir diye düşünüyorum. Yani sırf oradan geçebilmek için yolumu uzatıyorum. Günün yorgunluğu üzerine taksiye binmek yerine Moda'ya kadar yürümeyi tercih ediyorum ki bugün hangi balıklar gelmiş, kaç liraya satılıyorlarmış bakmak için. Hani bazı insanlar vitrin alışverişi yaparlar ya vitrinlere bakarlar ama satın almazlar, bende de o hesap işte balıklarla vitrin alışverişi yapıyorum. Bir insan her gün balık yiyemez ya.

Madem bu kadar bakınıyorum niye yazmıyorum dedim. Okuyan varsa bilgilensin diye ((: 

Gelelim ekim ayı güzellerine, ekim ayında lezzetli olabilecek balıklara;



Dil Balığı: Vücudu ovaldir. gözleri sağ ve sol taraftadır. Kahverengi, yeşil olabilir. Siyah ya da kahverengi benekleri vardır. Genellikle 20-30 m derinlikte, kumlu-çamurlu zeminlerde yaşar. Kışın 100 m kadar derinlere iner. Büyüklüğü 30-35 cm olup en fazla 50 cm olur. Ortalama ağırlığı 300-350 gramdır.  En lezzetli olduğu aylar ise eylül ve ekimdir. Dilin bugünki hal fiyatı en düşük 30 TL/kg, en fazla 40 TL/kg'dı. 



İskorpit:
 
Koyu renkli, benekli, yassı vücutlu, kahverengi bir balıktır. Sıkı, diri, beyaz, lop etlidir ve diplerde yaşar. Ürkütücü görünüşü, dikenli bir kafası ve yapısı olan bir balıktır. Balık çorbalarının vazgeçilmezidir. Marmara ve Ege'de rastlanır. Fileto alınabilir. Dikenleri elinize battığında çok can yakabilir ve bu yüzden tulum çıkartılmış olarak satılır. En lezzetli zamanı Ekim ve Aralıktır. Diğer aylarda da yenebilir. Lipsos ile aynı ailedendir, fakat iskorpit lipsosa göre daha küçüktür ortalama 20-30cm'dir ve rengi daha koyudur. İzmir hal fiyatı 30-40 TL/kg arası değişmekte.



KaragözÇipura'nın yakın akrabasıdır, yassı, oval biçimli, çok pullu, lezzetli, sevilen bir balıktır. Vücudunda belirgin sarı renkli, baş ve kuyruğa doğru yatay iki tane çizgi vardır. Genellikle 3-4 tanesi 1 kg gelir. Derin ve kayalıklarda yaşayanları tercih edilir. Ege ve Akdeniz'de bulunur. Bu  balığı, çok tazeyken yani aynı gün tüketmek gerekir. Aksi halde çabuk pörsür ve tadını yitirir. En lezzetli zamanı Ekim ve Kasım aylarıdır. Hal fiyatları bugün 2-10 TL/kg arasında değişmekte.


PalamutUskumru, torik ve orkinosu içeren bir familyadandır. Sürüler halinde yaşayan pulsuz, siyah etli bir göçmen balıktır. Sırtı çizgilli mavimsi, karnı gümüş rengindedir. Uzunluğu 1 metreye kadar vardır. Oldukça büyük ve keskin dişleri vardır. Bu familyanın çeşitleri bütün denizlerimizde görülmekle birlikte en lezzetlileri Karadeniz ve Marmara'da avlanan tipleridir. 
Palamut avı Ağustos ayında başlar. Önce Karadeniz'den sürüler halinde vanoz ve çingene palamutu, Eylül'den itibaren de palamut gelmeye başlar. En lezzetli zamanı da Eylül başından Şubat ortalarına kadar olan zamandır. Bu mevsimde çok yağlı olduğundan tavası biraz ağır kaçar. Bu nedenle ızgara ve fırını tavsiye edilir. Palamut siyah etli bir balık olduğundan buğulaması ve çorbası tavsiye edilmez.


Palamutun boyuna göre isimlendirilmesi aşağıdaki gibidir;                                                                                                            
20 cm'ye kadar palamut vanozu
20-30 cm arası çingene palamutu
31-40 cm arası palamut
40-45 cm arası kestane palamutu
45-50 cm arası zindandelen
51-60 cm arası torik
61-65 cm arası sivri
65-70 cm arası altınparmak
70 cm'den büyük zindandelen denir.

Torik ve toriğin büyük boyları palamuttan daha çok yağlıdır.Bu nedenle tuzlama ve lakerdası tercih edilir. Bugün itibariyle hal fiyatı çifti 20-25 TL'dir.



Sazan: Yağsız, iri pullu, eti bol kılçıklı ve siyah etlidir. En bilindik olanı aynalı sazandır. Kolay ürediği baraj göllerinde üretimi yapılmaktadır. 

Göl ve akan derelerin dip sularında yaşar. Her ısıdaki suya uyum sağlar. Renk ve biçimleri yaşadıkları ortama göre değişir. Üst çenelerinden dört bıyık sarkar. Ağız dişleri yoktur. Yutak dişleriyle besinlerini öğütürler. Bıyıkları dokunma organı olarak görev yapar. Akdeniz ve Güneydoğu bölgesi dışında ülkemizin her yerinde bulunur. İri pullarını temizleterek, fileto alınarak satın alınması tavsiye edilir. Ekim ve Kasım aylarında daha lezzetlidir.



Uskumru: Sürüler halinde dolaşan göçmen bir balıktır. Denizlerimizde 30cm civarında olan uskumru kuzey denizi'nde 50 cm'ye kadar büyür. 
Yaz aylarını Karadeniz'de geçiren uskumru, Eylül ve Ekim aylarında Marmara'ya iner ve kışı burada geçirip yumurtlar. Mart ile Haziran aylarında Karadeniz'e döner. Uskumru büyüklüğüne göre üç değişik ad ile adlandırılır. 
En küçüğü kalinarya'dır; 
20-25 cm civarında ve yağlı olanları uskumru, 
dönüş uskumrusu ise çiroz olarak adlandırılır.

Yazın yakalananlara ise lipari denir.En lezzetli olduğu dönem Eylül ayından yumurtlamaya başladığı Ocak ayı sonuna kadardır. Şubat'tan itibaren yağını kaybetmeye başlar. İlkbaharda Karadeniz'e dönüş yapan çirozlar kurutulur. Esas adı çiroz kurusu olan bu kurutulmuş balığa geçen zaman içinde ismi kısaltılarak yalnızca çiroz denmeye başlanmıştır. Bugün kg'ı 7-13 TL arasında değişmekte.



1 Ekim 2013 Salı

Beni somon gravlax ile tavladı

Belki bu yöntemi isim vermek gibi olmasın CiKu gibi erkek dergilerinde 'Bir kadını elde etmenin en garanti yolu' başlığı altında yazsalar hit almaz, demek istediğim her kadında işe yaramaz ama zaten akıllı bir erkek de kadını nasıl fethedeceğini aşağı yukarı tahmin edebilmeli bence dergilere gerek duymadan. Biri de gözlemleri sonucu benim kalbime giden yolun mideme de uğradığını farketmiş olmalı ki bir gece otururken kulağıma somon gravlax'ın tarihini fısıldadığı o andan beri vazgeçilmezim oldu (:

Peki ne bu somon gravlax, aslında orta çağa kadar dayanıyor tarihi. Ortaçağda yaşayan balıkçılar tarafından bulunmuş, somonu tuzlayarak kumun içine gömüyorlar ve burada fermente olmasını sağlıyorlarmış. Zaten İskandinavca bir kelime olan grav, grave yani mezar demek. Lax ise somon demek yani gravlax, gömülmüş somon demek oluyor. 

Günümüzde ise kum kullanılmıyor tabi ki tuz ve şeker, dereotu ile marine edilerek hazırlanıyor. Hazırlanan kuru kürün içerisinde bu şekilde somonun birkaç gün beklemesi gerek. Yüksek oranda tuzun olduğu ortamlarda her zaman ki gibi ortaya ozmoz çıkıyor. Balığın içindeki nemi yani suyu yoğun konsantrasyondaki tuz kendine doğru çekiyor ve balığımızın üzerine koyduğumuz kuru olan şekerli ve tuzlu karışımımız bir anda yüksek konsantrasyonlu bir brine'a dönüşüyor. Brine ise meyve,sebze ya da etleri korumak için hazırlanan yoğun oranda tuz içeren bir su karışımı. Gravlaxı hazırlarken elde edilen bu brine ise özellikle İskandinav yemeklerinde sos bazı olarak kullanılabiliyor.





Gelelim bizim evde hazırlayacağımız Somon Gravlax'a


1 bütün fileto somon (ikiye bölüyoruz)
yaklaşık kiloya 100g olacak kadar tuz
ve kiloya 80 g olarak kadar şeker
şekerin yarısı esmer şeker diğer yarısı da beyaz şeker olabilir
1 demet dereotu
1 adet lime slice edilmiş
1 avuç ardıç tohumu 10-12 adet kadar
1 adet havuç (brunoise yani ufak küpler halinde)
1 adet rezene slice 

Somonun kılçıklarından iyice temizliyoruz. Derisi aşağı gelecek şekilde yerleştiriyoruz. Tuz, şeker ve sebzeleri karıştırıp somonun üzerine yayıyoruz. İki parça olan filetoyu derili kısımları dışarı gelecek şekilde üst üste kapatıyoruz. Streç filme sarıyoruz ve buzdolabına koyuyoz. Streçlediğimiz somonu bir kabın içene koymak gerek kesinlikle çünkü ne kadar iyi sararsanız sarın sızıntılar olacaktır. Buzdolabında olduğu sırada arada bir çevirmek de gerekiyor. Tuzda kalma süresi tam anlamıyla kesin olmamakla beraber 2 gün kadar beklemesini tavsiye edebilirim. Somon hazır olduğunda üzerindeki sebzeleri atıyoruz. 
Şundan eminim ki yorgun bir günün ardından eve geldiğinizde somonu olduğunca ince dilimler halinde kesip, güzel bir dipsos ile kızartılmış tost ekmeklerinin üzerine yerleştirdiğinizde efsane siz olacaksınız. Kim bilir  belki 'Biri' için yemek yaptığınızda da sizde vazgeçilmez olursunuz... (:

Dipnot: Somon sevmiyorsa değiştirin gitsin...

31 Ağustos 2013 Cumartesi

Stir Wars

Bu mutfağın bir tane Darth Vader'ı varsa o da benim. ((: Çünkü mutfak aslında çok DARK bir yer ve o mutfağın en dark side kısmı da sıcak bence...

Her ne kadar bir pastacı olsam da ben, yemek yapmaktan her zaman daha çok haz aldım. Sanırım en keyifle başında durduğum yerde tava oldu. En keyifle diyorum çünkü mutfaktan hoşlanmıyorsanız, size keyif vermiyorsa bu ağır şartlar altında orada kalmanıza dair sizi zorlasalar bile durmazsınız. Duramazsınız...

Yaz gelmiş, sıcak bir temmuz akşamında, haftanın yorgunluğunu üstünden atmışsın, herşeyden öte o gece cumartesi gecesi ve sen sevgilinle, arkadaşınla dışarı çıkıyorsun, çılgınlar gibi eğleneceksin belki eve saat 4-5 gibi döneceksin çünkü sonuçta nasıl olsa yarın PAZAR diyorsan.... ZZZzzzzzzTTTttttttttt Yanlış cevap. Mutfaktaysan böyle bir şansın yok dostum. O gece sen, o sıcak temmuz akşamında, arkadaşların dışarı çıkmışken ve artık seni aramaktan vazgeçmişlerken (çünkü sen son 28 kere onlara çalıştığını söylemiştin ve onlarla gidememiştin), sevgili mi o da ne onunla zaten aylar önce ayrılmıştınız, büyük olasılıkla o mutfağın şefi değilsen pazar günün de tatil değil... ve sen o gece a la carte'da 1:30'a kadar çalışıyor olacaksın... Ve İşte düşün ki o sıcak temmuz akşamında yoğun kalabalık ve hareketlilik içersinde tavanın ateşiyle birebir kaldığında içindeki öfke, stres ve sıcaklığın verdiği bir triple kombo ile içindeki dark side'in temellerini atıyorsun ve bu her haftasonu içinde büyüyor... 


Peki ben bugün hangi sıcak pişirme tekniğinden bahsedicektim? Stir-fry galiba... Saute ile hemen hemen birbirine benzer stir-frying. Sadece saute de kullandığın düz geniş tabanlı, eğimli kenarlı saute tavası yerine Wok tercihin olmalıdır.

Bir hikayeye göre Çin'de gaz masraflarını azaltmak için ortaya çıkmış bir teknik. Çünkü çok hızlı bir pişirme tekniği... Hızlı olmasının yanında sağlıklı da çünkü hız, kullandığın malzemelerin besin değerlerinin de kaybolmamasını sağlıyor.

İyi bir stir fry için belli başlı birkaç püf nokta var diyebiliriz;

* Wok kullanıyor olmalısın ve kullandığın Wok yuvarlak kenarlı, kalın altlı olmalı. Bu yuvarlak hat tavanı sallamana yardımcı olur.
* Sıcaklık en önemli etken. Wokun gerçekten iyi, çok iyi ısınmış olması gerekiyor.
* Kullandığın yağ, bu önemli bir etken yüksek ısı kullandığımız için zeytinyağı stirfry tekniğine uygun değildir. Bu nedenle yanma noktaları daha yüksek nötr yağlardan yararlanabilirsin.
* Hızlı bir yöntem olduğu için mise en place'ın hazır olması gerekiyor, diğer bir değişle kullanacağın malzemelerin önceden yıkanmış, kurulanmış, doğranmış hazır bir şekilde bulunması gerekiyor. 
* Kullanılacak malzemelerin pişme sıraları da önemli. Sert sebzeler yumuşak olanlara oranla daha yavaş pişer. Bunu göz önünde bulundurmalı ve malzemeleri sırasıyla koymalısın.
* Bir seferde 6 porsiyon ürün pişiremezsin. En ideali 2'dir. Fazla porsiyonda ürünler renk almaz, sularını salmaya başlar ve o artık stir fry olmaktan çıkar.
* Son olarak yüksek ısıyı göz önünde bulundurarak malzemelerini sürekli çevirmen gerekiyor.

Ve gecemi bir kült olan teriyaki tavukla kapatıyorum.

Kullanılacak malzemeler:

Ayçiçek yağı     10 ml
Tavuk göğüs     1 adet 
(Julienne)
Soğan               1/4 adet
Havuç               1/4 adet
Renkli biber      1/2 adet
Mantar              5-6 adet
Yeşil soğan       2 adet
Teriyaki sos      40 ml

Yapılışı:
Wok tavayı iyice ısıtın. Sırasıyla soğan, havuç, tavuk, biber ve mantarı ekleyin. Soteleyin. Teriyaki sosu son olarakta yeşil soğanları ekleyin.

İsteğe göre bezelye, brokoli, mısır turşusu gibi sebzeleri ekleyebilir. Ayçiçek yağı yerine susam yağı kullanabilir ya da piştikten sonra kavrulmuş susamla servis edebilirsiniz. Bundan sonrası sizin yaratıcılığınıza ve içinizdeki dark side'a kalmış. 

((: